Content on this page requires a newer version of Adobe Flash Player.

Get Adobe Flash player

Antalya Şehri Genel

Akdeniz Bölgesi kentlerinden Antalya’nın güneyinde Akdeniz, doğusunda İçel, Konya ve Karaman, kuzeyinde Isparta ve Burdur, batısında ise Muğla illeri vardır. İl alanının 3/4′ünü kaplayan Torosların birçok tepesi 2500-3000 metreyi aşar. Batı’da ki Teke yöresinde geniş platolar ve havzalar yer alır.

Yüzölçümü 2051 km2 di. Antalya’nın kara sınırlarını Toros dağları meydana getirmektedir. İl arazisinin ortalama olarak %77.8′i dağlık, %10.2′si ova, %12′si ise engebeli bir yapıya sahiptir. Çoğunlukla kireçtaşlarından oluşmuş bu dağlar ve platolar alanında, kireçtaşlarının erimesiyle oluşmuş mağaralar, düdenler, su çıkaranlar, dolinler, uvalalar ve daha geniş çukurluklar olan polyeler gibi büyüklü, küçüklü karst şekilleri çok yaygındır.

İlin ekonomisi tarım ve turizme dayalıdır. Antalya bitkisel üretim yönünden Türkiye’nin en gelişmiş illeri arasındadır. Özellikle sebze ve meyva bunların başında gelmektedir. Kıyı kesiminde içerilere doğru pamuk, susam yer fıstığı ve soya gibi sanayi bitkileri, muz, portakal, limon, mandalina, turunç, greyfrut gibi sıcak iklim meyvaları ve çeşitli sebzeler yetiştirilir. Zeytincilik de yapılmaktadır. Hayvancılık oldukça geri plânda olup, üretimi düşüktür.

Antalya ismi, kentin kurucusu olan Pergamon Kralı  II.Attalos’dan gelmektedir.Eski çağlarda Attaleia olarak bilinen şehir Türkçe çoğu eser de dahil olmak üzere doğulu kaynaklarda Adalya olarak, batı kaynaklarda ise Adalia ve bazen de Satalia, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren de  “Antalya” olarak adlandırılmıştır

Antalya, antik bölgelerden Kilikya’nın batı kesimini, Pamfilya’nın güneydoğu ucunu ve doğu Likya’yı içine almaktadır. Antalya Türkiye’de bugüne kadar bilinen en eski yerleşmelerin bulunduğu en önde gelen illerimizden biridir. Antalya’da ilk yerleşim izleri Karain’de ortaya çıkmıştır. Antalya’ya 20 km. uzaklıkta ve Torosların Akdeniz’e bakan yamaçlarında yer alan mağara, 1946 yılından beri sürmekte olan araştırma ve kazılar, özellikle de 1990 yılından bu yana Prof. Dr. Işın Yalçınkaya’nın yaptığı kazılar sonrasında Antalya ilinde Paleolitik yerleşmenin varlığını ortaya çıkartmış ve bölgenin tarihini İ.Ö. 220 bin yılına kadar indirmiştir.

Olympos

Bölgedeki Prehistorik buluntuları içeren Karain mağarası Paleolitik ve Neolitik; Beldibi mağarası da Mezolitik çağlara ait verileri ortaya koymuştur. Ayrıca Bademağacı Höyüğü’nde yapılan kazılarda Cilalı taş çağı na ait yerleşimleri ortaya çıkarmıştır. Böylece ele geçen buluntular yörede yerleşik düzene geçildiğini de göstermiştir. Bunlara Karataş, Semahöyük’te yapılan kazılarla elde edilen Erken Tunç Çağı bulguları da eklenince, bu bölgede Paleolitik çağdan günümüze değin kesintisiz bir uygarlığın var olduğu bilimsel yönden kanıtlanmıştır. Antalya’da son dönemlerde yapılan kazılarla bölgenin karanlık olan erken tarihi de aydınlığa kavuşmuştur.

Hitit çivi yazılı belgelerinde, adı geçen Ahhiyava ve Arzava ülkelerinin Pamfilya olduğu da ileri sürülmüştür. Konya’nın Yalburt’unda bir Hitit tabletlerinde Patara’nın “Pataf” biçiminde geçmesi bu savı kanıtlamaktadır. Hititler, “Lukka Ülkesi” diye adlandırdıkları Akdeniz sahiline kadar uzanmıştır. İ.Ö.XIV. ve XIII. yüzyıllar, Miken kolonistlerinin Anadolu’nun güney sahillerinde en etkili oldukları dönemlerdir. Anadolu’nun batı ve güney bölgelerinde bazı Miken yerleşmeler olduğu halde, Antalya’ da henüz Miken kalıntılarına rastlanmamıştır.

Saat Kulesi ve arka planda Yivli MinareSaat Kulesi ve arka planda Yivli Minare

Troia Savaşlarından sonra bazı Aka boyları, Amphilokhos, Kalkhas ve Mopsos’un idaresinde Pamfilya’ya geldikleri; Perge, Silyon, Aspendos ve Selge’yi kurdukları söylenmekle birlikte son bilimsel veriler bu kentleri yörenin yerli halkının kurduğunu göstermektedir.
Perge’nin Parha, Aspendos’un Estvedüs, Selge’nin Estlegiis, Silyon’un Selyuüs sözcüklerinden kaynaklanmış olmaları da yörenin yerli halk tarafından iskân edildiğini göstermektedir.

Antalya sınırları içinde yerleşen Likyalı’ların kökenleri tartışılmakla birlikte, Hitit ve Mısır kaynaklarında (İ.Ö. 2000) Lukki veya Lukka adlı bir kavimden bahsedilmektedir. Bu kavim, kendilerini “Termili” olarak adlandıran Akdeniz kıyılarımızdaki güçlü komşuları Luvilere akrabalıkları ile bilinen Likyalılardır. MÖ. 1200'lerde başlayan kolonizasyon hareketi, İskender’ in bölgeyi ele geçirmesi ile tarihte yörenin ismi ön plana çıkmıştır. Anadolu’nun bu bölgesinde yeni kentler kurulmuştur.

 

Phaselis antik kentinden bir görünüm


Antalya yöresinde kurulmuş olan idari düzen ve kentler arasındaki ilişkiler Roma egemenliğine kadar aynen sürmüştür. Pergamon krallığı vasiyet üzerine topraklarını Romalılara bırakınca da Attaleia’da Romanın sınırları içerisinde kalmıştır. MÖ.102'de Romalılar Kilikya eyaletini kurunca Pamfilya da bu eyalete bağlanmıştır. M.Ö.36 yılında Roma İmparatoru Antonius Pamfilya’yı Galatya Kralı Amyentas’ a vermiş, bu durum M.Ö. 25 yılına kadar sürmüştür. Likya kentlerinin Roma imparatorluğuna tam olarak bağlanması İmparator Cladius zamanına rastlamaktadır.
Bundan sonra Cladius her iki eyaleti birleştirerek Pamfilya-Likya adı altında tek eyalet haline sokmuştur. Bu dönemde başkent Patara’dır. Bu tarihten itibaren Anadolu’nun öteki kısımlarında olduğu gibi bölgede de barış ve mutluluk dönemi başlamıştır. M.S.II. ve III. yüzyıllardan sonra Antalya İli, Roma İmparatorluğu’ nün bir parçası haline gelmiştir.Yalnız yönetim yönünden bazı değişiklikler olmuştur. M.S.3 15'de Likya ve Pamfilya birbirlerinden ayrılarak başlıbaşına birer eyalet durumuna gelmişlerdir.

Hadrianus Kapısı

Herodat’a göre Likya bölgesi, Lidya Kralı Kroissos’un yenilmesi ile, M.Ö.547 yıllarında Pers kralı Kyros tarafından Pers topraklarına katılmıştır. Böylece Pamfilya’daki Side ve Aspendos gibi şehir devletleri, bir Pers eyâleti haline getirilmiştir. Pers egemenliği sırasında Aspendos ve Side, sikke basmaya kadar varan büyük bir özgürlüğe sahip olmuştur. M.Ö. 334'de, Makedonya Kralı Büyük İskender, Likya’ dan sonra Pamfilya üzerine yürümüştür. Büyük İskender, Pamfilya’nın güney kıyılarındaki Perge, Aspendos ve Side’ yi kolaylıkla ele geçirmiş ise de, doğusu ve batısı dik yamaçlı dağlara, kuzey ve güneyi çok dar bir vadiye açık, tek giriş yolu bulunan Termesos’u günlerce kuşatmış, bir sonuç alamayacağını anlayarak, civardaki zeytinlikleri ve ormanları ateşe verip seferine devam etmiştir. Bu şehir devletlerini İskender’in ele geçirmesinden sonra onların yönetimlerinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. . Sonraları, Bergama Kralı II. Attolos, Bölgenin yarısına sahip olduğu halde Side’yi alamamış, bir liman şehrine olan ihtiyacı için, kendi adıyla anılan “Attaleia”yı (Antalya) kurmuştur.

Phaselis antik kenti
Antalya yöresinde kurulmuş olan idari düzen ve kentler arasındaki ilişkiler Roma egemenliğine kadar aynen sürmüştür. Pergamon krallığı vasiyet üzerine topraklarını Romalılara bırakınca da Attaleia’da Romanın sınırları içerisinde kalmıştır. MÖ.102'de Romalılar Kilikya eyaletini kurunca Pamfilya da bu eyalete bağlanmıştır. M.Ö.36 yılında Roma İmparatoru Antonius Pamfilya’yı Galatya Kralı Amyentas’ a vermiş, bu durum M.Ö. 25 yılına kadar sürmüştür. Likya kentlerinin Roma imparatorluğuna tam olarak bağlanması İmparator Cladius zamanına rastlamaktadır.
Bundan sonra Cladius her iki eyaleti birleştirerek Pamfilya-Likya adı altında tek eyalet haline sokmuştur. Bu dönemde başkent Patara’dır. Bu tarihten itibaren Anadolu’nun öteki kısımlarında olduğu gibi bölgede de barış ve mutluluk dönemi başlamıştır. M.S.II. ve III. yüzyıllardan sonra Antalya İli, Roma İmparatorluğu’ nün bir parçası haline gelmiştir.Yalnız yönetim yönünden bazı değişiklikler olmuştur. M.S.3 15'de Likya ve Pamfilya birbirlerinden ayrılarak başlıbaşına birer eyalet durumuna gelmişlerdir.

ANTALYA MÜZESİ

MS.IV. yüzyıldan sonra gelişmeye başlayan Hıristiyanlık yayılmıştır. MS.V.yüzyılda Antalya Bizansın bağımsız bir piskoposluk merkezi olmuştur. Nitekim bu dönemde gerek Likya ve Pamfilya bölgesindeki birçok kentin ismi İznik Konsül listelerinde görülmektedir. Bizans İmparatorluğunun egemenliği altında yöre önemini korumuş, MS.II.yüzyıldaki parlak dönemini tekrar yaşamıştır. MS.VII.yüzyılın ortalarında Arapların sürekli yağma ve saldırıları yöreye büyük zarar vermiş, bunu önlemek isteyen Bizanslılar, bölgeyi korumak amacıyla özel bir donanma kurmuşlardır.

Roma İmparatorluğunun bölgeye kesinlikle egemen olmasından sonra, stratejik yerler veya kentlerin bazıları, ufak keşişlikler halinde Bizans egemenliği sırasında yaşamalarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca, Rodos, Venedik, Ceneviz korsanlarının talanları, Kıbrıs Krallarının saldırıları ve Haçlı seferi sırasındaki yağmalar, bölgenin ekonomik gücü kadar kentleri de yıpratmıştır. Bu sırada özellikle Rodos ve Cenevizliler koruma ve saldırma için, uygun kıyılarda üsler kurmuşlardır. Antalya, Batı Akdeniz kıyısındaki stratejik bir liman şehri olma özelliğini sürekli korumuştur. Bu yüzden de tarih boyunca daima istilalara, yağmalara maruz kalmıştır.

Yivli Minare

Selçuklu sultanı I. Rüknettin Süleyman Şah zamanında (1076-1086) Antalya Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir. Bu durum 1096 yılında başlayan Haçlı seferine kadar sürmüştür. I.İzzeddin Mesud, Haçlılardan Antalya’yı geri almışsa da 1120'de Bizanslılar yeniden yöreye egemen olmuşlardır. Kara ve deniz ticaretini geliştirmeye çalışan Selçukluların en önemli hedeflerinden birisi de Akdeniz ticaretini ele geçirmekti. Stratejik öneminin yanı sıra, ticari açıdan Anadolu’yu diğer Akdeniz ülkelerine bağlayan bir liman olması nedeniyle de Antalya’nın alınması gerekiyordu. Mısır ve Suriye’den gelen tacirler, Anadolu’ya geçiş yolu Antalya’yı kullanıyordu. Nitekim, l 182 yılında Selçuklu sultanı II. Kılıçarslan (1115-1192) Antalya’yı kuşatmış, fakat alamamıştır. Haçlıların 1191 yılında Kıbrıs adasına yerleşmelerinden sonra, Antalya’ya gelen tacirlerin malları çalınmaya başlamıştır. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı l.Gıyaseddin Keyhüsrev, ikinci sultanlığı sırasında (1205-121 I) Antalya’nın fethine karar vermiş ve iki aylık bir kuşatmadan sonra, yerli halkın da yardımıyla şehri ele geçirmiştir. (5 Mart 1207). Böylece Selçuklular’a Akdeniz yolu açılmış; Antalya, Avrupa ve Mısır’la yapılan ticaretin merkezi olmanın yanı sıra, Selçuklu donanmasının üssü haline gelmiştir. 1212 yılında, Antalya’nın yerli halkı isyan ederek yöneticileri öldürmüştür. Bunun üzerine, Selçuklu Sultanı l.İzzeddin Keykavus (121 1-1220) Antalya’nın yeniden fethine karar vermiş ve 22 Aralık 1216' da şehir Selçuklular’ın eline geçmiştir. Hıristiyan ve Müslümanların birlikte yaşama deneyimi başarısızlıkla sonuçlanınca, güvenliğin sağlanması amacıyla şehir ikiye bölünmüştür. Müslümanlarla, Hıristiyanların yaşadıkları mahalleleri birbirinden ayırmak için bir iç sur yapılmış; Hıristiyanlar şehrin doğusuna, Müslümanlar batısına yerleşmişlerdir. Kentin batısında Türk nüfusunun artmasıyla yeni bir sura gerek duyulmuş, Selçuklu Sultanı l.Alâddin Keykubat döneminde (1220-1237) 1225 yılında daha doğuda, denize doğru ikinci bir sur yapılmıştır. Böylelikle şehir Selçuklu Sultanlarının kışlık merkezi haline gelmiş, kışları çoğu zaman Antalya’da ve 1223 yılında fethedilen Alanya’da geçirmeye başlamışlardır.

 

Düden Şelalesi

Eski Kalekapısı Yivli Minare İbni Batûta Seyahatnamesinde Antalya’yı şöyle tanıtmaktadır
“Bu şehir, sahasının genişliği, nüfusunun çokluğu ve planının muntazamlığı itibariyle en önde gelen şehirlerdendir. Her fırka diğer fırkalardan tamamen ayrıdır. Hıristiyan tüccarları “Mina” adıyla bilinen mahallede oturmaktadır. Mahallenin etrafı bir surla çevrilmiş olup geceleri ve cuma vakitleri kapıları kapanır. Şehrin eski sakinlerinden olan Rumlar, diğerlerinden ayrı olarak, başka bir mahallede otururlar. Bunların mahallesi de bir surla çevrilmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin de sur içinde ayrı bir mahallesi bulunur. Şehrin hakimi ile ailesi ve devlet ricali de yukarıda açıkladığımız şekilde, şehrin öteki mahallelerinden ayrı olarak etrafı surla çevrilmiş olan kalede oturmaktadır Müslümanlar ise asıl şehirde ikamet etmektedirler. Bu beldede bir cami ve medrese ile bir çok hamam, gayet tertipli ve geniş çarşılar vardır. Şehrin etrafı, yukarıda zikrettiğimiz mahalleleri de ihtiva eden büyük bir surla kuşatılmıştır…”
Selçuklulardan sonra yöreye Hamidoğulları hakim olmuş, 1389 yılında Osmanlı sultanı Yıldırm Beyazıd tarafından fethedilen Antalya ve çevresi Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Karain Mağarası

Abdülmecit zamanında 1847'de çıkarmaya başladıkları salnamelerde (Bugünkü anlamı ile yıllık) Antalya’nın Konya’ya bağlı olması sebebiyle, Teke Sancağı adı ile geçmektedir. “Salname-i Vilayeti Konya” adını taşıyan ve 1869' da çıkan bu salnamede, Teke Sancağının idari ve mülki teşkilatı, coğrafi, tarihi, iktisadi durumu açıklanmaktadır. I.Dünya Savaşına kadar bir Osmanlı Sancağı olan Antalya, 1917-1921 arasında İtalyanların işgalinde kalmış, Cumhuriyeti’in ilanından sonra 1921 yılında il merkezi olmuştur.

Antalya’dan Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait önemli eserler günümüze gelebilmiştir. Roma dönemine ait eserlerden Kale, Hadrianus Kapısı; Selçuklu eserleri arasında Alaeddin keykubat’ın yaptırmış olduğu Yivli Minare, Hamam, Şeyh Suca Türbesi, Ahi Yusuf Mescidi (1249) ve Türbesi, İmaret Medresesi, Atabey Armağan Medresesi (1239), Ulu Cami, Kale Camisi (1530-1566), Karatay Medresesi, Korkuteli yolu üzerindeki Evdir Han (1214-1218), Manavgat yakınındaki Alara han, Alaeddin Camisi, kente 24 km. uzaklıktaki Kırkgöz Han; Hamidoğulları dönemine ait Zincirkıran Mehmet Bey Türbesi (1377); Osmanlı dönemine ait Bali Bey Camisi, Korkut Camisi (Hz.Meryem adına yapılmış panagia Kilisesi), Mehmet paşa Camisi, Müsellim Camisi, Murat Paşa Camisi, Şeyh Sinan Camisi, Ömer Paşa Camisi, Elmalı’da Eski Cami, Akseki’de Ulu Cami,i eserlerden başlıcalarıdır.